10 Eylül 2010 Cuma

Kıvırcık Saç

Kıvırcık uzun bir saç teli yere düşmüş. Yıllar yılı orada kalmış. O yıllar boyu bir ayakkabıya yapışmış, ayakkabıdan bir çantaya yapışmış, oradan başka yere derken onun için yüz yıllar, senin için bir saat geçmiş. 

Yol yola, saç saça, ter tere karışmış. O kıvırcık saç teli, bir ben diyeyim takma saça sen de postişe ulaşmış. Postiş de onun gibi kıvırcıkmış. Rengi farklıymış sadece.

Kıvırcık saç teli demiş ki:

"Ben cennete mi düştüm?"
 
Postiş cevap vermemiş. Ama şöyle bir dalgalanmış. Kıvırcık saç telinin pek hoşuna gitmiş bu. Adeta mest olmuş. Orada bir yüz yıl daha yaşamış. Ama halen aynı günmüş. Güneş parıl parıl parıldıyormuş siyah kıvırcığın üstünde.

"Ne çok zamandır mutluyum" diye düşünmüş saç teli. İyice dolanmış postişin diplerine doğru. Hepsi onunmuş. Aradan bir bin yıl daha geçmiş ve en sonunda akşam olmuş. Kıvırcık saç teli halen çok mutluymuş.

Bir anda bir hareketlenme olmuş. 

"Deprem mi oluyor?" diye korkmuş saç teli. İçi huzursuzlukla dolmuş. Etrafa bakmış karanlık ama cılız bir ışık var.

Birden havaya doğru kalkmış. Bir kafaya yerleştirilmiş. Bakmış ki bir ayna. Kendisi de postiş de aynada. Kadın aynada kendine bakmış. Kahverengi saçların arasında siyah uzun kıvırcığı fark etmiş. Uzanmış onu almak için. Kıvırcık saç korkmuş, tırsmış, postişe bağırmış: 

"Tutsana beni. Hani bana gülümsüyordun, beni seviyordun..." 

Postişin umrunda bile olmamış.

Kıvırcık saçı ne üzmüş biliyor musunuz? 

O, postişin kendisi için dalgalandığını sanıyormuş. Ama bakmış ki, kadının saçlarında da dans ediyor. O bin yılın boşa geçtiğini düşünmüş. Ben diyeyim bin yıl, siz deyin bir kaç saat.

Kadın onu almış saçlarının arasından. Çöpe atmış.

Kıvırcık saç milyonlarca yıl boyunca o çöplerin arasında kalmış. Kadın çöplerini haftada bir boşaltıyormuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder